Kişisel Gelişim Bir Safsata mı?
Salı, Ocak 05, 2016
Kişisel Gelişim bir "SAFSATA" mı ?
Hızla değişiyor bir şeyler. Başka bir şeylere dönüşüyor. İçerisinde çokça bizden bir şeyler taşıyan ve gittikçe bize benzemeyen. Durmanın yasak olduğu ve emniyet şeridi olmayan bir otobanda gibiyiz. Her gün sosyal medyada hayatımızı ifşa ederken, kendimize vakit ayıramamaktan yakınıyoruz. Başkalarında serzenişle gözlemlediğimiz kalbur altı pislikleri, her sabah, kendimizi güzelleştirmek için baktığımız aynamızın üzerinde görüyor ve kireç lekeleri zannederek hayıflanıyoruz. Sosyalleştikçe yok olan empatimizi veciz sözlerle perçinlemeye çalışırken, kopyala-yapıştır bağımlılığının içine doğru önü alınmaz, kabus dolu bir yolculuğa çıkıyoruz. Ve elbette ki kimse bizi anlamıyor…
Beslemeyi beceremediğimiz ruhumuzun yaratıcı faaliyetleri bizi tatmin etmiyor. Olsun, kolayı var; kopyala-yapıştır. Fikirlerimizin özgül ağırlığı arttıkça (!) özgünlüğü azalıyor. Genleşiyor ama gelişemiyoruz. Sosyalleşmeye çalışırken içine düştüğümüz yalnızlık girdabı bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Paylaşım ve beğenme çılgınlığımız nicel bir popülerlik yaratırken, yaratıcılıktan ve içsellikten yoksun mesajlarımız farkında olmadan acınası niteliklerimizi gözler önüne seriyor.
“Gelişmiyorsanız ölüyorsunuz” demişti Jimy bir eğitimde. James, Gelişmenin yollarından bahsederken aklıma yıllar önce ilk okuduğum kişisel gelişim kitabı gelmişti; Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı (Dale CARNEGIE). Bu kitabın açtığı kapıdan içeri girerken nasıl bir dünyaya adım attığımın farkında değildim. Hayatı agresyon üzerine kurulmuş bir ergen olarak tek düşüncem biraz sosyalleşmek ve biraz kız arkadaş edinmekti. :) Gülümseyen bir insan yüzünü aynada ilk gördüğümde, yapmacık bir gülümsemenin gerçek bir karizmayı nasıl yerle bir edebildiğine şahit oldum :) Neyse ki yüzümde daha önce pek kullanılmamış kasları çalıştırmakla başlayan gülümseme yolculuğum hayatta tebessüme değer bir çok şeyin varlığını keşfetmemle devam etti.
Tek TV kanalıyla çocukluğunu geçiren bir jenerasyonun ferdi olarak büyüdüm. Hani kanal kapanırken İstiklal Marşı’nı ailece ayağa kalkarak birlikte söylediğimiz yıllar. Küçücük beyinlerimizde bilgiye giden yolun kapılarını aralayan Kaptan Custo ve diğerleri. Bildikçe büyüyen beyinlerimiz, bildiğini zannederek konuşurken ağzımızda şişen dilimiz ve kibirimiz.
Bilgi aydınlık demekti, cesaret verirdi. Aydınlığın olduğu yerde korku kalmazdı. İlim ilim bilmekti. İlim aslında kendini bilmekmiş, sonradan anladık.
Yaptığım iş nedeni ile Kişisel Gelişim hakkında birçok kişiden birçok yorum dinledim. Bazıları, kişiliğini geliştirmeyi Modern Kölelik Sistemi’nin daha verimli işlemesi için oluşturulmuş “Nasıl Daha Verimli Köle Olunur” kütüphanesinin parlak sloganlı kitapları arasında bulmaya çalışanlar, bazıları da Kişisel Gelişimi bir çocuk oyunu zanneden çok bilmişlerdi. Bana da sordular. Kişisel gelişim eğitimleri veren biri olarak, yaptığım işi tanımlamak ve bunu kendi lekeli aynama bakarken, sesim titremeden söylemek benim için olmazsa olmazdı.
Ben Yunus Emre’de buldum doğru yanıtları. Ölürken Cemal SÜREYA’nın Tanrı’ya dediği gibi
“Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
“Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...”
diyebilmenin yolu bilgiden geçer sanırım. Tecrübe edilmiş ya da hissedilmiş bir bilgiden bahsediyorum dostlar. Bildikçe aydınlanır çünkü hayat. Bildikçe bildiğimizi zannederek yanılgılara düşmek ağır bir sınavdır aslında. Bildiğini zannederken boş bir peynir tenekesine dönmeden olmaz bu iş. Yanılgıların fark edilmesiyle kendisine kırılan ve gücenen insan kendi içine döner ve susar. Bilirken susmak çok zorlar insanı. Ateş basar. Yakıcı bir alevin sobanın çeperlerini harlaması gibi ışıldamaya başlar sonra. Asıl aydınlık işte o zaman hikmete yani bilgeliğe dönüşür. Özlü sözler dökülür o faninin dudaklarından, gözlerinden, teninden. Yani odur ki; ilim kendini bilmektir.
diyebilmenin yolu bilgiden geçer sanırım. Tecrübe edilmiş ya da hissedilmiş bir bilgiden bahsediyorum dostlar. Bildikçe aydınlanır çünkü hayat. Bildikçe bildiğimizi zannederek yanılgılara düşmek ağır bir sınavdır aslında. Bildiğini zannederken boş bir peynir tenekesine dönmeden olmaz bu iş. Yanılgıların fark edilmesiyle kendisine kırılan ve gücenen insan kendi içine döner ve susar. Bilirken susmak çok zorlar insanı. Ateş basar. Yakıcı bir alevin sobanın çeperlerini harlaması gibi ışıldamaya başlar sonra. Asıl aydınlık işte o zaman hikmete yani bilgeliğe dönüşür. Özlü sözler dökülür o faninin dudaklarından, gözlerinden, teninden. Yani odur ki; ilim kendini bilmektir.
Kişisel Gelişim nasıl bir safsata olabilir ki? Kişiliğini geliştirmek kadar insana özgü daha güçlü bir şey var mı? Hatırlatmak lazım lakin; Kişisel gelişim kişiliğini geliştirmektir, beynini değil. Beyin sadece bir kılavuzdur. Kalp ise gözleri kör bir kaptan.
Sevgiler.
Sevgiler.
0 yorum